top of page
  • Black Instagram Icon

Nisanı Beklerken 

Bölüm 16

Ayşe karakoldan çıktığında Nuri Müdür kendisini bahçede sigara içerek bekliyordu. Ayşe’nin geldiğini görünce elindeki sigarasını hızla fırlatıp attı. Ayşe yanına geldiğinde;

- Nasıl Hüseyin, ne zaman çıkacakmış?

- İyi çok şükür, ne zaman çıkacağı belli değil. Yarın mahkemeye çıkacak. Ondan sonra belli olur dedi, Başak.

- Başak takip ediyor işte ne güzel. Halleder o kız sen merak etme.

- Nasıl merak etmem, Başak dediğiniz kız daha yeni yetme bir avukat. Ya halledemez ya oğlumu iyi savunamaz ise, ne olacak benim aslan oğluma, hapse mi girecek?

- Yok Ayşe’ciğim ne demek hapis falan, öyle bir şey olmayacak aklına getirme lütfen bunları.

- Tamam tamam daha fazla konuşmak istemiyorum şimdi.

- Ee hadi o zaman dükkana gidelim.

- Ne dükkanı?

- İş yerinden çıkıp geldik ya hani buraya.

- Evet ama benim halim hiç iyi değil, Müdür Bey, bana izin verseniz de ben bugün dükkana gelmesem?

- Aaa ne demek tabi tabi sen dinlen biraz, üzüldün tabi o kadar.

- Teşekkür ederim, ben o zaman buradan ayrılayım

dedi ve Nuri Müdür’ün cevap vermesini beklemeden, saçlarını savurup, arkasını dönerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Nuri Müdür, arkasından bakakaldı. Ne güzel bir kadın diye düşünmekten kendini alamadı. Keşke Ayşe’ye daha fazla yaklaşma şansı olsa idi. Ama Ayşe şimdiye kadar buna hiç müsaade etmemişti. Kendisinin yaklaşma çabalarının hiçbirine karşılık vermemiş hatta hepsinde kendini korumayı başarmıştı. Bu yüzden Ayşe’ye yaklaşmanın yolunun ona iyi davranmak ve isteklerine cevap vermek olduğunu düşünüp ona göre plan karar verdi. Öğleden sonra işten ayrılmasına da izin vermesi sırf bu yüzdendi. Yoksa diğer çalışanlarına ölüm dışında izin vermek adeti değildi.

 

Ayşe, hızlı adımlarla köşeyi dönüp üst sokağa çıktı. Soluğu Mustafa’nın dükkanında aldı. Kapıyı hışımla açıp içeri daldı. Kapıyı kaparken çıkardığı sese irkilen Mustafa diktiği yorganların üzerinde hafifçe irkildi. Ayşe boynunda ki şalı sert bir şekilde çekip çıkartıp yere fırlattı ve bağırmaya başladı.

- Ne biçim insanlarsınız siz, ne biçim? Benim küçücük evladımı sana, babasına teslim ediyorum, iki serserinin belalısı yüzünden başı derde giriyor, nasıl olacak bu Mustafa?

- Ne belası, ne serserisi Ayşe, ne diyorsun sen?

- Ne dediğimi biliyorsun! Ben sana güvenip onca yoldan İstanbul gibi bir yere geliyorum. Belki bundan sonra oğluna sahip çıkarsın da ona daha iyi bakarsın diye, tüm düzenimi bozup yanına geliyorum, her türlü yaftayı kendime yakıştırıp burada kalmaya devam ediyorum… ama sen ne yapıyorsun? İki tane serseri oğlun ile benim oğlumun başını derde sokuyorsun.

- Ne derdi Ayşe anlamıyorum, ne oldu, hele dur bir anlat, neyse konu çözeriz. Ben sizi hiç ateşe atar mıyım?

- Sen atmazsın belki ama sizinkiler atar. Karın geldiğim günden beri bana yapmadığını bırakmadı. Hep bir imalar hep bir göz süzmeler hep bir dedikodular. Şimdi de senin oğlanlar. Bir rahat vermediniz geldiğimiz günden beri.

- Ne yapmış benim oğlanlar?

- Belalıları varmış dükkana gelen. Haberin yok mu?

- Yok vallahi, ne belalısı? yapmaz benim sıpalar öyle şeyler.

- Ama yapmışlar işte. Borçları mı ne varmış, bugün yine gelmişler dükkana, seninkileri döverken benim deli oğlan adamlara saldırmış, sırf seninkileri korumak için. Bir adamı da yaralamış, polis gelmiş haliyle de karakola almışlar. Şimdi nezarette yavrum.  Geceyi de orada geçirecekmiş. Ne yapar benim kuzum orada tek başına. Hep senin rahatlığın yüzünden oluyor bunlar hep!

- Ne alakası var Ayşe ben ne yaptım şimdi?

- Ne yapacaksın, kendini düşünmekten ne kendi çocuklarınla ilgilendin, onları adam gibi yetiştirdin ne de bizimle ilgilendin ve bir yuva kurmamıza müsaade ettin. Hep kendini düşündün sen. Hiçbir yer de tam olamadık her yerde yarım kaldık sayende.

- Öyle deme Ayşe bende insanım, kolay mıydı zannediyorsun yaşadıklarım. O genç yaşımda yaşadıklarımı yönetebilmem benim için de zordu. Burada yapmam gereken evlilik, orada sen ve yaşadıklarımız. Bana hiç zor gelmedi mi zannediyorsun?

- Ben onu bilmem Mustafa, şimdi bana hiç ağlama… Ne olacak benim Hüseyin’im sen ondan haber ver… bak çocuğum eğer yarın serbest bırakılmaz ise olacaklardan ben sorumlu değilim. İnan bana.

- Tamam da ben ne yapabilirim ki?

- Bilmiyorum, git amir ile konuş araya tanıdıkları koy bir şey yap. Sonuçta bu mahallede o kadar forsun vardır di mi?

- Var da dinlerler mi beni acaba?

- Denemeden bilemezsin Mustafa…

- Tamam tamam dur bir dakika, hazmedemedim  henüz olanları.  Birden dükkana girip bağırıp çağırınca bende şaşırdım.  - Şaşıracaksın tabi. Buraya müjdeli haber vermeye gelmedik neticede.

- O da olur inşallah.

- Bak ya hala dalgasını geçiyor. Mustafa seni bu mahalleye rezil ederim, beni duyuyor musun beni?

- Tamam duyuyorum. Gidip konuşacağım amir ile. Bir yolunu bulacağız sen merak etme.

- Valla herkes bulacağız diyor ama ben pek inanmıyorum.

- Kim herkes?

- Avukat Başak

- O nereden çıktı?

- Metin’in arkadaşı imiş, Hüseyin’i o savunacakmış.

- Allah Allah ne ara haberi olmuş da gelmiş, işlere dalmış.

- Bilmiyorum iyi olduğunu söylüyorlar, göreceğiz.

- İyidir iyi olmasına da Metin’in onu çağırmasına şaşırdım.

- Neden?

- Metin inceden yanık Başak’a. Onunla olmak için fırsat kollamış gibi olmuş da.

- Beni ilgilendirmez, benim oğlum üzerinden fırsat kollamasınlar. Benim oğlum kurtulsun gerisi beni ilgilendirmez. Ha bir de şu var. Artık Hüseyin senin oğlanlar ile çalışamaz. Onu orada belalılar rahat bırakmaz. O yüzden bundan sonra burada seninle çalışacak.

- Ne diyorsun Ayşe, nasıl olur?

- Bal gibi olur, tüm yol gelirken bunu düşündüm. Artık senin yanında kalmalı, hem babasına alışsın hem de bir meslek öğrensin. Nasıl iyi düşünmüşüm di mi?

Diyerek arkasına bile bakmadan, kapıyı sertçe çarparak, dükkandan çıktı. Mustafa arkasından bakarken bu son cümle ile diktiği yorganların üzerine yığıldı. Artık Ayşe’ye bir dur demesi gerekiyordu, ama nasıl?

 

Onaltıncı Bölümün Sonu

© 2018 by Arkası Yarın

bottom of page