Nisanı Beklerken
Nisanı Beklerken
Bölüm 1
Osman, bu kadar erken saatte öten horozun sesine öfkelenip üzerindeki yorganı savurarak yataktan kalktı. Kafasını sağ tarafa çevirdiğinde Emine’nin yatakta olmadığını ve içeriden gelen seslerin kahvaltı hazırlama sesleri olduğunu anlayıp, sessizce banyoya doğru yürüdü. Emine, o sırada kahvaltıyı hazırlıyordu. Çayları bardaklara koyup masaya getirdiğinde Osman da banyodan çıkıp mutfağa gelmişti. Osman mutfağa girdiğinde, eğilip eşinin saçlarını öpücük kondurdu ve;
-Günaydın Hanım. Neler yaptın yine bu sabah? Harika kokuyor ortalık.
-Günaydın Bey. Yok vallahi bir şey yapmadım. Değişiklik olsun diye yumurtalı ekmek yaptım sadece. Bayat ekmekler vardı. Bunları bazen tavuklar bile yemiyor. Ben de atmaya kıyamıyorum.
-O zaman bana versene Hanım. Balığa giderken atarım denize. Hem balıkların da karnını doyurmuş oluruz, hem de bize biraz yem olur. Fena mı?
-Olur veririm. Artık bir daha ki sefere. Ama şimdi iyi ki balıklara atmamışız diyeceksin çünkü çok güzel oldu yumurtalı ekmekler.
-Sen yaparsın da güzel olmaz mı? diyerek güldüler. Bu arada çocuklardan biri daha kalkmıştı. Emine Hanım’ın sırtı koridora dönük olduğundan kimin kalktığını anlayamadı. Osman’a bakıp bir kaşını yukarı kaldırıp, "kim?" anlamında sessizce sorusunu sordu. Osman’da
-Başak, dedi. Emine Hanım saatine bakıp dakik olan kızı için yeniden gurur duydu. Bu kızda iş vardı ve başarılı olacaktı. Başak, hafif uykulu bir halde mutfağa girdiğinde annesi ile babasını öpüp "Günaydın" diyerek, masadaki her zaman oturduğu yerine oturdu. Çayının olmadığını gördüğünde annesine üzgün bakan Başak’a annesi;
-Eee ne yaparsın artık çayını da sen al bir zahmet yavrucuğum. Babası da o sırada;
-Ne yapacaksın kızım bugün sınavın falan var mı?
-Yok baba sınavımız. Sadece arkadaşlarla bir projemiz var ona çalışacağız. O yüzden beni dükkana beklemeyin, yetişemem size.
-Tamam kızım sen bak derslerine. Emine, sen kaçta gelirsin dükkâna?
-Bugün çok işim yok, bir pazara uğrayayım istiyorum. Yemeğimiz de var. Dünden dolmamız var zaten, herhalde öğlen gibi dükkanda olurum. Var mı balığın, satar mıyız bugün?
-Var var İbrahim Abi dün gece balıkta idi. Kesin bir şeyler yakalamıştır. Onlardan satabiliriz.
-Tamam o zaman öğlen gelmiş olurum. Sen ateşi yakarsın ben gelene kadar.
-Ah be hanım ne zaman gördün yakmadığımı?
-Di mi ama? ne zaman gördüm, hiç görmedim. Benim beyim benim sözümden çıkar mı hiç? Başak, kızım abin kalkmadı hala. Biliyor musun bugün işi var mıydı? Dün akşam da geç geldi, soramadım.
-Bilmiyorum anne ama sanırım onun vardiyası bugün geç başlayacak. O yüzden biraz daha uyur bence.
-O zaman uyandırmayayım da uyusun bari. Yoksa kesin uyandırırdım işe geç kalıyor diye.
Osman çıkmak için hazırlanmaya başladığında Emine’de kalkıp ortalığı toplamaya başlamıştı. Başak birden hareketlenen anne ve babasına;
-Yahu ne oluyor? Amma hızlandınız birden. Bir sakin olun, daha çok erken. Ne oluyor size böyle? dediğinde hepsi gülmeye başladı.
Osman, evden üstüne ceketini giyerek sokağa kendisini attığında yüzüne vuran kış güneşinden dolayı hafifçe gülümsedi. Artık bunlar son güneşlerdi. Kara kış kapıdaydı. Olsun, buna da şimdiden üzülecek değildi ya nasılsa diğer kışları atlattıkları gibi bu kışı da atlatırlardı, Nisan yine gelecekti. Hem de bu sefer bir başka gelecekti. Bunları düşünürken tam o sırada komşu Huriye Teyze ile göz göze geldi. Huriye Teyze her zamanki gibi cama kurulmuş dirseklerini dayadığı kırlentin kenarları ile oynamakta ve sokakta olan bitenleri takip etmekte idi. Osman Bey, Huriye Teyze’ye başıyla selam vererek yoluna devam etti. Daha bir iki adım atmamıştı ki saçları bir eşarpla hafifçe örtülmüş, esmer, güzel bir kadın ve yanındaki genç delikanlı Osman’ın tam önünde durdu. Osman da şaşırarak hem kadına hem de genç delikanlıya baktı;
-Affedersiniz, diyerek müsaade isteyip yol açmaya çalıştı. Ancak alamadı çünkü kadın ve genç delikanlı ona yol vermedi. Kadın durumu anlayıp, eşarbının düğümünü oynatarak hemen söze girdi.
-Günaydın Komşu.
-Günaydın… Komşu mu? Nereden komşu oluyoruz acaba ben çıkaramadım!
-Siz tanımazsınız tabi bizi. Biz yeni geldik. Yorgancı Mustafa Bey’in evine bakmıştık. Dükkanı bulduk ama evin tarifini eksik aldık galiba. Bulamıyoruz. Siz bilir misiniz acaba Yorgancı Mustafa’nın evini?
-Yorgancı Mustafa’nın evi bu bayırın sonunda sağdaki turuncu ev deyip yoluna koyulmak üzere bir hamle daha yaptı ama başaramadı. Kadın Osman Bey’i lafa tutmaya kararlı idi.
-Sağol Komşu. Komşu diyorum çünkü artık bizde buradayız o yüzden artık komşu sayılırız di mi ama?
Osman pek anlam veremedi bu konuşmaya. Sonuçta misafir gelmiş biri neden komşu olsun?
-Hoş gelmişsiniz o zaman, diyerek uzaklaşmak için bir atak daha yaptı. Ama ne mümkün. Bu sefer de uzaklaşamadı çünkü kadın da tam o sırada elini uzatıp
-Ben Ayşe, bu da oğlum Hüseyin. Babasını 2 ay önce kaybettik. Acımız büyük. Sağ olsun Mustafa Abi de bize yardım etti de buraya taşınıyoruz. O yüzden çok mutluyuz. Di mi oğlum? dediğinde oğlu hiç konuşmadan, oflayarak uzaklara baktı.
-Bu da böyle işte az konuşur hep. Eee sizin isminiz neydi? Der cilveli bir şekilde. Osman da gayet ciddi bir tavırla
-Osman, der.
-Çok memnun oldum Osman Bey. İnşallah daha sık görüşürüz diyerek sanki kendisi Osman Bey’in yolunu kesmiyormuş gibi yoluna koyuldu. Osman da yolu aldığına sevinerek hızlıca oradan uzaklaştı. Artık ne düşüneceğini bilemeden öylece dükkana doğru yürüdü. Ne oldu ya az önce öyle? O neydi? Kimdi Ayşe ve oğlu Hüseyin? Yorgancı Mustafa’nın nesiydiler? Neden şimdi güzelim mahallelerine gelmişlerdi? Kadını ve oğlunu gözü hiç tutmamıştı. Umarım en kısa sürede geldikleri yere geri dönerlerdi. Osman Bey dükkana geldiğinde kepenklerini açtı, dükkana girdi ve işlerini yapmaya başladı. Sonuçta öğlene kadar işlerini toparlayıp Emine gelene kadar ocağı yakması ve her şeyi hazırlaması gerekmekte idi. Bu arada aklına ara sıra Ayşe ve tuhaf oğlu geldi. Nereden çıkmışlardı? Kimin nesi kimin fesiydi bu insanlar diye düşündü, durdu.
Başak o sırada kahvaltısını bitirmiş ve masanın kendisine ait olan taraflarını toplayıp tezgaha bırakmıştı ki içeriden annesinin sesi geldi.
-Başak o bulaşıkları tezgahta bırakma makineye koy lütfen. Kaç kere söyleyeceğim!
-Tamam anne. Oradan nasıl duydun ya? dedi ve gülerek makineyi doldurmaya başladı. Tam o an içeriden aslan kükremesi sesine benzer bir ses geldi ve Başak anladı ki abisi Murat uyandı. Murat kıvırcık saçları birbirine karışmış bir halde odasından dışarı çıktı ve
-Ne oluyor niye bağırıyorsunuz ya? Bu sabah uyumak istiyordum ben. dedi. Annesi hemen,
-Ay evladım ben seni unuttum. Hep bu kız yüzünden, yine bulaşıkları tezgahta bırakacaktı. Mâni olmaya çalışıyordum.
-Bağırmadan da yanına gidip söyleseydin ya güzel anam...
-Bilemedim yavrucuğum, kusuruma bakma hadi yat yine. Daha erken, uyursun daha...
-Yok artık uyuyamam. Bende kahvaltı edeyim bari.
-E hadi o zaman. Başak koy abine bir çay madem uyandırdın bari bir yardımın dokunsun. Elin değmişken bana da bir kahve yapsan mı acaba güzel kızım? diyerek Başak’ın gönlünü de almaya çalıştı. Bu arada Murat lavabodan çıkmış saçlarını iyice arkaya tarayarak yüzünü ve güzel gözlerini ortaya çıkarmıştı. Ne de olsa mahallede halen ondan daha yakışıklısı yoktu.
-Başaaak, nerde kız benim çayım? İnsan abisine bu kadar mı bakamaz ya. Seni alan adam yandı ben sana diyeyim.
-Abi ne söylendin sabah sabah. Her şey hazır alt tarafı bir çay alacaksın. Annem kahve istedi onu yapıyorum.
-Haaahhh şöyle… Yapacaksın tabi, abiye saygı, bugüne bugün büyüğünüm ben senin.
-Ne alakası var abi ya, ben büyüğümsün diye değil sevdiğim abimsin diye yardımcı oluyorum. Öyle o mecburmuşum havalarını sil at lütfen.
-Ne demekmiş o “sil at lütfen” bak sen şu laflara ya. Anne şu kızına bir şey de vallahi üniversite bunu bozdu baksana bana nasıl cümleler kuruyor?
-Ne oluyor çocuklar? Kim ne demiş?
-Bana hürmet etmeyi uygun bulmuyormuş bu cadı.
-Allah Allah nedenmiş o?
-Bilmem kendisine sorsana anne?
-Evladım neden abine yardımcı olmuyorsun?
-Ne yardımı anne ya? Abimin yardıma ihtiyacı yok ki, eli ayağı var kafası çalışıyor kendisi çayını alabilir di mi? Ancak ben kendi isteğim ile ona destek oluyorum çayını kahvaltısını ikram ediyorum. Her zaman bunu yapacağım anlamına gelmiyor.
-Vallahi yedi kafayı bu kız anne, bunu üniversiteden alın fena bir şey oldu bu, feministli bir şey oldu bu kız galiba.
-Ya ne demek o feministli bir şey haha hiç güleceğim yoktu. Feminist diyecektin galiba. Haha… Aslında şunu demek istiyorum. Sen de yapabilirsin bu işleri ama illa bana yaptırarak keyif sürmeni anlamıyorum.
-Aaaa yeter ama sabah sabah ben sevmem bu kadar atışma! Kendinize gelin!
dedi annesi ve ortalığı sakinleştirmeyi başardı ki tam o sırada ocaktan taşan kahvenin sesi geldi…
-Eyvah gitti kahve. dedi Başak hızlıca arkasını dönüp ocağa koşturdu.
-Ohhh iyi oldu sana. Abiye laf yetiştirir misin, canıma değsin. Temizle bakalım şimdi oraları. dedi Murat gülerek,
-Aaa çocuklar yeter ama. Başak sen laf yetiştirmeyi bırak yap şu kahveyi de pazara gideyim. Murat sen de iç çayını, yap kahvaltını. Bak soğuttun her şeyi zaten. Allah Allah sabah sabah yordunuz beni. Sabahları ikinizin evde olması iyi gelmiyor bana. Didişmediğiniz bir gün görsem sevinçten uçacağım.
-Tamam annem sen merak etme ben susuyorum hemen dedi ve gidip annesinin yanağından öptü Murat.
Annesi de hemen
-Aferin benim aslan oğluma dedi. Başak’ta hemen
-Evet anne gerçekten aslan, sabah ki kükremesinden belliydi
dedi. Abisi de Başak'a kötü kötü baktı ancak konuşma daha fazla uzamasın diye sustu. Annesi de Murat’ı kollarının arasına almış teselli ederek gülmeye devam etti. Böylece olay kısa sürede tatlıya bağlandı. Başak kahveyi annesinin sevdiği koltuğun kenarına su ile birlikte koydu.
-Başak kızım ben kahvemi bitirdim, pazara gidiyorum.
dedi ve üstüne pardesüsünü aldı. Başak da o sırada hazırlanmış halde odasından seslendi,
-Tamam anne ben de çıkıyorum birazdan, akşama görüşürüz.
Emine Hanım sokağa indiğinde her zamanki gibi Huriye Teyze’yi göreceğini bilerek kafasını sağa çevirdi ve göz göze geldiler.
-İyi günler Huriye Teyze nasılsın bugün? Pazara gidiyorum bir şey ister misin?
-İyiyim de sen nasılsın? İyi misin Emine Kızım?
-İyiyim Huriye Teyze niye iyi olmayayım?
-Ne bileyim duymadın mı?
-Neyi duymadım mı?
-Mahalleye gelen yeni fettan kadını?
-Kimi kimi?
-Fettan kadın Ayşe’yi...
-Kim o ya?
-Ayşe işte. Oğlu var biraz tuhaf Hüseyin. Kocan tanıyor sen tanımıyor musun?
-Kocam mı tanıyor?
-Evet tanıyor, sabah kapıda konuştular.
-Allah Allah Osman niye öyle bir şey yapsın ki? Kadın bir şey sormuştur, o da cevap vermiştir.
-Vallahi bilemem güzel kızım. Sen yine de kocana bir şey deme, bakalım o anlatacak mı?
-Niye anlatmasın Huriye Teyze, adamın gizlisi saklısı mı var?
-Bilinmez kızım bilinmez, bu erkek milletinin ne olacağı önceden bilinmez… Her şeyi bekle bunlardan.
-Osman öyle biri değil. Bir ordu kadınla bırakırım da bir şey yapmaz benim kocam.
-Tabi tabi yapmaz. O yüzden üzülen hep siz oluyorsunuz di mi?
-Sen de o yüzden mi hiç evlenmedin Huriye Teyze?
-Yoo ne alakası var. Ben bankacıydım. Çok işim oluyordu benim. Erkekler o yüzden seçmediler beni. O zamanın bankacı kızı da devlet gibi bir kadın anlamına geliyordu. Kim taşıyacak öyle kadını? Yürek mi var onlarda o kadar?
-Ay içim sıkıldı Huriye Teyze. Ben gidiyorum. İstiyor musun bir şey pazardan?
-Yok istemiyorum. Sende fazla oyalanma pazarda hemen dükkana git bak bakalım neyin nesiymiş bu fettan Ayşe. Bakalım Osman Bey’imiz anlatacak mı sana?
-Tövbe tövbe. Öyle deme Huriye Teyze. Alma adamın günahını. Kadın bir şey sormuştur ne olacak başka?
-Bilinmez bilinmez hiç bilinmez…
-Of vallahi şiştim. Hadi sana iyi seyirler Huriye Teyze.
dedi ve hızlıca yürümeye başladı. Kafası da iyice karışmıştı. Kimdi ki bu fettan kadın Ayşe ve oğlu Hüseyin? Yoksa kocasının eski bir dalgası mıydı? Yok canım daha neler... Sonuçta yirmi beş yıldır evlilerdi. O sürede kim kimin izini bulur da gelir? Di mi ama? Hızlıca pazar işini bitirip dükkana gitmek için acele etmekte idi. Nerede ise pazardan alacaklarını unutacaktı. Uzun zamandır bu kadar heyecanlanmamıştı. Kocasına güveni tamdı, ancak yine de kıskanmadı dese yalan olurdu. Sonuçta kadınları az çok tanıyor idi. Ya birisi kocasını kafaya taktı ise! O zaman ne yapacaktı?
Birinci Bölümün Sonu